Düşünen insan, önce şunu soralım: Çatışma gerçekten bağıranların, silahların, kriz manşetlerinin işi mi; yoksa sessiz kalanların, kelimeleri seçenlerin, zamanı doğru okuyanların mı? Çünkü hegemonya, yumrukla değil; algıyla kurulur. Güç, bağırarak değil; kabul ettirilerek işler ve kabul, çoğu zaman çatışmanın kendisinden değil, çatışmanın nasıl çerçevelendiğinden doğar.
TANIM YAPALIM: Çatışma, iki iradenin karşı karşıya gelmesi değildir. Çatışma, bir iradenin diğerine “senin neye karşı çıktığını ben belirlerim” deme cesaretidir. İşte hegemonya tam burada başlar. Çünkü karşı tarafın itiraz sınırlarını çizen, aslında oyunun hakemidir. Hakemlik ise tarafsızlık değildir; görünmez iktidardır.
Düşünen insan, insan ilişkilerinden başlayalım. İki insan arasında yaşanan her gerilimde gerçekten ne tartışılır? Konu mu, statü mü? Söylenen söz mü, söylenme hakkı mı? Çoğu zaman mesele “ne dediğin” değil, “kimin söylediği”dir. Hegemonya, ilişkilerde haklı olmaktan önce meşru olmaktır. Meşruiyet ise yüksek sesle değil, sessiz onaylarla inşa edilir. Bir ortamda kimin sözü kesilmiyor? Kim açıklama yapmak zorunda kalmıyor? Kim hata yaptığında “ama niyeti iyiydi” deniyor? İşte güç oradadır. Çatışma, bu imtiyazların fark edilmesi anıdır.
Şimdi devletlere geçelim düşünen insan. Devletler arası çatışma neden nadiren savaşla başlar? Çünkü hegemonya kurmak isteyen devlet, önce rakibine hangi alanda konuşabileceğini öğretir. Bir kriz çıktığında kim gündemi belirliyor? Kim “asıl mesele bu değil” deme lüksüne sahip? Kim savunma yapıyor, kim soru soruyor? Savunan, oyunu kaybetmeye başlamıştır. Çünkü hegemonya, cevap veren değil; soru soran olmaktır. Soru soran, zamanı kontrol eder. Zamanı kontrol eden, sonucu yazar.
BİR TANIM DAHA: Siyasi hegemonya, sandıkta kazanılan bir şey değildir; sandığın neyi ölçtüğünü belirleme yetkisidir. Siyasette çatışma, ideolojiler arasında değil; gerçeklik tanımları arasında yaşanır. “Sorun nedir?” sorusuna verilen cevap, iktidarın özüdür. Ekonomi mi sorun, güvenlik mi, kimlik mi, ahlak mı? Hangi sorunu merkeze alırsan, çözümü de sen satarsın. Rakibini, senin gündeminde konuşmaya zorladığın an kazanırsın. Çünkü artık o, senin haritanla yol bulmaya çalışıyordur.
Düşünen insan, iş dünyasına bakalım. Rekabet denilen şey gerçekten fiyat mı, ürün mü, inovasyon mu? Hayır. Rekabet, norm belirleme savaşından ibarettir. Hangi standart “kalite” sayılıyor? Hangi hız “başarı” kabul ediliyor? Hangi risk “cesaret”, hangisi “sorumsuzluk” olarak etiketleniyor? Büyük oyuncular küçükleri ezmez; oyunun kurallarını onların aleyhine olacak şekilde yazar. Çatışma burada görünmezdir ama yıkıcıdır. Çünkü kimse kuralın kendisini tartışmaz; herkes kural içinde hayatta kalmaya çalışır. İşte hegemonya budur: Alternatifsizmiş gibi görünen bir düzen.
İdeolojilere gelelim düşünen insan. İdeolojiler neden çatışır? Çünkü her ideoloji, insanın dünyayı algılama biçimini tek doğru olarak sunmak ister. Ama asıl güç, “ben haklıyım” demekte değil; “başka türlü düşünmek anlamsız” hissini üretmektedir. İdeolojik hegemonya, rakibini düşmanlaştırmakla değil; gereksizleştirmekle kazanılır. Alaya alınan fikir, tartışılmayan fikirdir. Tartışılmayan fikir, yenilmiştir. Çatışma burada bağırarak değil; küçümseyerek kazanılır.
Gelelim küresel güvenlik bloklarına. Düşünen insan, NATO, ittifaklar, paktlar… Bunlar gerçekten güvenlik mi üretir, yoksa bağımlılık mı? Bir güvenlik mimarisi kurulduğunda asıl soru şudur: Tehdit kim tarafından tanımlanıyor? Tehdit tanımı, egemenliktir. Eğer bir ülke kendi tehdidini kendisi tanımlayamıyorsa, ordusu ne kadar güçlü olursa olsun stratejik olarak bağımlıdır. Çatışma, bazen silahların susmasıyla derinleşir. Çünkü herkes aynı tehdit dilini konuşmaya başladığında, düşünce silahsızlandırılmıştır.
Düşünen insan, şimdi kritik soruyu soralım: Hegemonya neden çatışmadan korkmaz? Çünkü gerçek hegemonya, çatışmayı yönetir. Krizi fırsata çevirir. Karşı tarafı aceleye zorlar, kendisi sabırla bekler. Hegemon olan, duygularını değil; ritmi kontrol eder. Kim ne zaman öfkelenecek, kim savunmaya geçecek, kim yorulacak… Bunlar hesaplanır. Çatışma, burada bir kaos değil; bir takvimdir.
BİR TANIM DAHA YAPALIM ve perdeyi tamamen kaldıralım: Hegemonya, gücün görünmezleştiği andır. Güç görünmez olduğunda sorgulanmaz. Sorgulanmayan güç, dirençle karşılaşmaz. Direnç yoksa çatışma sadece formalitedir. O yüzden en tehlikeli çatışmalar, kimsenin çatıştığını fark etmediği anlardır.
Düşünen insan, şimdi dönüp kendimize bakalım. Sen hangi çatışmaların içindesin ama farkında değilsin? Hangi kavramları hiç sorgulamadan kullanıyorsun? Hangi “doğal” kabul ettiğin düzenler aslında başkasının çıkar haritası? Hangi tartışmalarda savunma yaparken buluyorsun kendini? Ve en kritik soru: Sen mi soruları soruyorsun, yoksa sana sorulmasına izin mi veriyorsun?
Unutma düşünen insan: Çatışmayı kazanan, haklı olan değildir. Çatışmayı kazanan, haklılığın ne anlama geldiğini tanımlayandır ve hegemonya, tam olarak burada, sessiz ama sarsıcı bir şekilde kurulur.
Gürkan KARAÇAM
#çatışma #hegemonya #teslimolmuyoruz #taaruzageçiyoruz

Yorum bırakın