Zeki insan, bir gün ilan edildiğinde gerçekten bir gün mü ilan edilir, yoksa bir alan mı sınırlandırılır?
UNESCO “kutlanacak tarih” sunmaz; kavramsal çerçeve kurar. Tanım yapar. Tanım, masum değildir. TANIM: Bir şeyi adlandırırken, onun nereden başlayıp nerede biteceğini de belirleme yetkisidir. Türk yazısı Orhun’la başlamadı; Orhun’da devlet aklıyla ilan edildi. Bu ayrımı neden görmezden gelirler? Çünkü mesele “ilk örnek” değil, merkez olma iddiasıdır. Merkezsen, referans sensin; referanssan, akış senden geçer.
Peki UNESCO neden şimdi?
Çünkü dil birliği, hafıza birliği üretir. Hafıza birliği: Toplumların geçmişi aynı yerden okuması. Bu ne doğurur? Gelecek reflekslerinin senkronizasyonunu. Aynı kavramlarla düşünenler, aynı krizlerde benzer tepkiler verir. İşte asıl oyun burada başlar.
Yükselen bir anlam havzası görmezden gelinirse ne olur?
Kontrol dışı kalır. O halde ne yapılır?Tanınır. Çerçevelenir. Sistemin içine alınır. Bu, dışlamak değil; yönetilebilir kılmaktır. UNESCO’nun yaptığı budur: Kültür jesti mi? Hayır. Evrensel iyi niyet mi? Yetersiz bir açıklama.
Bu, zihinsel sınır çizimidir. Sınır çizilen yerde kim harita çizer? Haritayı çizen, yolu da tarif eder.
Türkiye ne yapmalı?
Kutlama hattında mı kalmalı? Edilgen kabul alanında mı beklemeli? Yoksa üçüncü bir yer mi var?
Üçüncü yer şudur: Kavram üreten, dili yöneten, çerçeveyi kendisi çizen özne olmak.
Özne: Tanımlanan değil, tanımlayan. Kabul edilen değil, referans alınan.
Soruyu sertleştirelim: Dilini başkası tanımlarken, sen geleceğini tanımlayabilir misin? Takvimde yer açılırken, zihin haritasında merkezde misin? Yoksa “tanınmış ama yönlendirilmiş” bir alanda mı duruyorsun?
Kutlamak kolaydır. Okumak akıl ister. Yön vermek ise irade.
Bugün ilan edilen şey bir gün değil;yarın tartışılacak olan merkez meselesidir. Merkez kim? Haritayı kim çiziyor?
Ve en kritik soru: Biz bu oyunda nerede durmayı seçiyoruz?
Gürkan KARAÇAM
#türk #nemutlutürkümdiyene

Yorum bırakın