Zeki insan, dünyayı anlatan cümlelerden çok, dünyayı susturan cümlelerden şüphe eder. Bugün gezegenin her köşesinde aynı cümle dolaşımda: “Dünya değişiyor.” Doğru. Ama zeki insan şunu sorar: Değişen dünya mı, yoksa dünyayı yönettiğini sanan akıl mı? Çünkü bazen değişim, ilerleme değil; kontrol kaybının makyajıdır.
Bu noktada ilk tanımı yapalım. Akıl dediğim şey, bilgi yığını değildir. Akıl; bilgi, tecrübe ve sorumluluk arasında kurulan dengedir. Bu denge bozulduğunda bilgi artar ama karar kalitesi düşer. Bugün tam olarak bunu yaşıyoruz. Daha çok veri var, daha çok rapor var, daha çok konuşma var; ama daha az çözüm var. Zeki insan için bu bir tesadüf değildir.
Öyleyse sarsıcı soruyu soralım: Eğer insanlık bu kadar ilerlediyse, neden aynı anda bu kadar çok çözülemeyen krizle boğuşuyor? Neden sorunlar kapanmak yerine birbirine ekleniyor? Neden herkes haklı ama kimse sorumlu değil? Bu sorular rahatsız edicidir, çünkü bizi rahat cevaplardan mahrum bırakır.
Şimdi ikinci tanım: Düzen, çatışmanın yokluğu değildir. Düzen, çatışmayı yönetebilme kapasitesidir. Kapasite dediğimde kastım; hızlı karar alabilme, tutarlı uygulayabilme ve bedel ödeyebilme yeteneğidir. BEDEL ÖDEMEYİ UNUTAN HER YAPI, BİR SÜRE SONRA KARAR ALMAKTAN da KAÇINIR. Karar alınmadığında ise belirsizlik büyür. Belirsizlik büyüdüğünde, en güçlü olan değil; en hazırlıksız olan kaybeder.
Zeki insan burada durup düşünür: Bugün dünya gerçekten “yönetiliyor” mu, yoksa sadece “idare mi ediliyor” İdare etmekle yönetmek arasındaki fark şudur: Yönetmek yön verir, idare etmek günü kurtarır. Günü kurtaranlar alkış alır, yön verenler dirençle karşılaşır. Tarih, alkışlananları değil; direnenleri yazar.
Bir başka tanımı daha netleştirelim. Meşruiyet, yüksek sesle söylenen değerler değildir. Meşruiyet, değer ile uygulama arasındaki mesafenin kısalığıdır. Bu mesafe açıldıkça, en parlak idealler bile ağırlığını kaybeder. Bugün birçok toplumda gördüğümüz şey budur: Kurallar var ama adalet hissi zayıf. Söylem var ama ikna yok. İkna yoksa, geriye sadece zor kalır. Zor ise düzen üretmez, tepki üretir.
Zeki insan şunu fark eder: Bir sistem, düşmanları yüzünden değil; kendi istisnaları yüzünden çöker. İstisna çoğaldıkça kural erir. Kural eridikçe düzen, bir vitrine dönüşür. Vitrin parlar ama yük taşımaz. Yük geldiğinde kırılır. Bugün dünya tam da bu kırılganlık evresindedir.
Şimdi en tehlikeli soruya gelelim. Belki de bugüne kadar yanlış cevaplar aradık. Belki de asıl mesele yanlış sorularla oyalanmamızdı. “Kim suçlu?” diye sorduk. Oysa “Ne eksik?” diye sormamız gerekiyordu. “Kim kazandı?” diye sorduk. Oysa “Bu kazanç sürdürülebilir mi?” diye sormamız gerekiyordu. Yanlış sorular insanı yormaz; tam tersine, uyuşturur. Uyuşan toplumlar, sarsıntıyı geç fark eder.
Bir tanım daha yapalım: Dayanıklılık, gücün sessiz biçimidir. Dayanıklılık; kriz anında dağılmama, panikle karar değiştirmeme ve uzun vadeyi kısa vadeye feda etmeme becerisidir. Dayanıklılığı olmayan toplumlar, refah içinde bile kırılgandır. Dayanıklılığı olanlar ise zor zamanlarda bile seçenek üretir. Seçenek üretebilenler ayakta kalır. Diğerleri, kader diye adlandırdıkları şeyin arkasına saklanır.
Zeki insan için asıl mesele artık şudur: Bu çağda neye hazırlanıyoruz? Daha hızlı konuşmaya mı, yoksa daha doğru karar almaya mı? Daha çok üretmeye mi, yoksa ürettiğimiz şeyin anlamını tartışmaya mı? Çünkü anlam üretemeyen hiçbir yapı uzun süre ayakta kalamaz. Anlam kaybolduğunda, en gelişmiş sistemler bile içten içe çürür.
Bir gerçeği daha net söyleyelim. İnsanlık bugün bilgi çağında değil, seçim çağındadır. Bilgi var ama seçim zor. Çünkü seçim bedel ister. Bedel ödemekten kaçanlar, tercihsizliği “zorunluluk” diye adlandırır. Oysa ZORUNLULUK ÇOĞU ZAMAN ERTELENMİŞ CESARETTİR.
Zeki insan burada kendine de şu soruyu sorar: Ben bu düzenin neresindeyim? Sadece eleştiren mi, yoksa ölçen mi? Sadece şikâyet eden mi, yoksa inşa eden mi? Çünkü büyük dönüşümler, büyük sloganlarla değil; doğru sorularla başlar. Doğru sorular ise rahat insanlardan değil, sorumluluk alan zihinlerden çıkar.
Şimdi son bir tanım yapıp bitirelim. Gelecek, tahmin edilebilen bir şey değildir; hazırlanılan bir şeydir. Hazırlık ise niyetle değil, kapasiteyle ölçülür. Kapasite; aklın berraklığı, kurumların işlerliği ve toplumun dayanıklılığıdır. Bunlardan biri eksikse, diğerleri de uzun süre dayanmaz.
Zeki insan şunu bilir: Dünya, kimsenin planladığı gibi ilerlemez; ama hazırlıklı olanların lehine şekillenir. Eğer bugün hâlâ cevap bulamıyorsak, belki de cesurca durup şunu kabul etmemiz gerekir: Soruyu yanlış yerden sorduk. Ve belki de asıl sıçrama, yeni bir cevapta değil; nihayet doğru soruyu sormakta gizlidir.
Çünkü bazen insanlığı yerinden zıplatan şey, yüksek bir ses değil; tam isabetli bir sorudur.
Gürkan Karaçam

Yorum bırakın