Filistin için meydanlarda Coca-Cola’ya, Starbucks’a kızan kalabalıklar görüyoruz. Sosyal medyada boykot listeleri, marketlerde ürün avları… Peki soralım: Bu öfke gerçekten İsrail’i yaralıyor mu? Yoksa sadece kendi insanımıza, kendi esnafımıza yöneltilmiş bir psikolojik rehabilite mi? Bir tür vicdan terapisi mi? “Ben elimden geleni yaptım” diyerek kendini avutmanın başka bir yolu mu?
Çünkü gerçek tablo şudur: O Coca-Cola şişesinden çok daha fazla parayı, o Starbucks kahvesinden çok daha büyük desteği, İslam ülkelerinin kendi liderleri ABD-İngiltere-İsrail üçlüsüne doğrudan ya da dolaylı yollarla veriyor. Petrol anlaşmaları, milyar dolarlık silah alımları, enerji hatları, ticari imtiyazlar… İşte o destek, ablukayı kıracak bir filodan çok daha hayati ama bunu görmezden gelip kendi komşusunun marketinde bağırmak, kendi esnafını düşman yerine koymak, sadece bir sakinleştirici iğne etkisi yaratıyor. Vicdanlar geçici olarak rahatlıyor, ama zulüm yerinde duruyor. Bu yüzden meydanlarda toplanan kalabalıkların eylemleri, ülkelerin yönetimleri net ve paralel bir duruş sergilemedikçe, boş miting olmaktan öteye gidemiyor. Kitleler bir anlık öfkeyle bağırıyor, slogan atıyor, sonra evine gidip televizyonu açıyor. Liderler ise “bakın halkımız konuştu, biz de açıklama yaptık” diyerek sıyrılıyor. Sonuç? Koskoca bir aymazlık zinciri.
İslam Dünyasının Çelişkileri
• İran: Dün füzelerle tehditler savuran İran, bugün neden sustu? Demek ki atar tek başına strateji değil. Bağırmak kolay, devamını getirmek zor.
• Suudi Arabistan: ABD’den milyarlarca dolar silah alımı yapan Riyad, hangi yüzle Filistin’den yana görünmeye çalışıyor?
• Katar: Dünya kupasına milyarlar döken Katar, aynı parayı neden Gazze’ye koridor açmak için harcamadı?
• Ürdün ve Mısır: Sınır kapılarında “bekletme ve kontrol” politikasını uygularken hangi vicdanla mitinglerde Filistin’e dua okuyorlar?
• Suriye: Filistin’i kendi propaganda aparatına sıkıştırırken halkı açlıkla boğuşan bir rejimden samimi bir duruş beklenir mi?
Türkiye’nin burada ayrı bir yerde durduğunu kabul edelim. En azından yüksek ses çıkarıyor, kapıları aralıyor, diplomasi masasında “biz buradayız” diyebiliyor. Ama diğerlerinin suskunluğu, bu davayı yaralayan en büyük çelişkidir.
Gerçek Çözüm
1. Boykot değil, Stratejik Kopuş: Sadece markaları değil, rejimlerin ABD-İsrail bağlantılarını koparacak siyasi-ekonomik baskılar oluşturulmalı. Halk kendi devletine bu konuda hesap sormadan boykot gerçek boykot olamaz.
2. Mısır Kapısı Açılmalı: Refah sınırı tek başına Mısır’ın değil, İslam dünyasının ortak sorumluluğu haline getirilmeli.
3. Bölgesel Görev Gücü: Donanmalar sadece tatbikat yapmayacak, “insani koridor gücü” kuracak. Arama-kurtarma bahanesiyle bile olsa, Gazze’ye nefes yolları açılmalı.
4. Medya-Hukuk Kalkanı: Filolar, bağımsız hukukçular ve gazeteciler eşliğinde ilerlemeli; böylece İsrail’in her müdahalesi dünya önünde delillendirilip baskı aracı haline getirilmeli.
5. Samimiyet Testi: Filistin adına açıklama yapan her ülke, İsrail ve ABD ile yaptığı son beş yıllık anlaşmalarını halka açıklasın. O zaman kim samimi, kim değil ortaya çıkar.
Son Söz
Filistin meselesi sloganlarla değil, stratejilerle kazanılır. Bugün boykotla avunan, boş mitinglerle kendini teselli eden kitleler gerçeği görmek zorunda: Asıl savaş meydanlarda değil, enerji anlaşmalarında, limanlarda, sınır kapılarında ve donanma gemilerinde veriliyor.
Eğer liderler bu cesareti gösteremiyorsa, halkın Coca-Cola’ya kızması sadece bir vicdan kandırmacasıdır. Asıl düşman mağazadaki ürün değil, o ürünü milyon kat büyüten anlaşmalara imza atan liderlerdir.
O yüzden soralım!
Gerçekten Filistin için mi öfkeliyiz, yoksa kendi vicdanımızı susturamadığımız için mi?
Tek bir paragrafla son noktayı koyalım;
Bugün İslam coğrafyasında STK’ların düzenlediği mitingler çoğu kez samimi bir isyan değil, yönlendirilmiş birer refleks gösterisine dönüşüyor. Bir bakıyorsun aynı gün onlarca ülkede aynı sloganlar, aynı pankartlar; sonra birden hepsi sessizliğe gömülüyor. Bu tablo, çocukken oynadığımız “otur kalk” oyununa benziyor: Kalk denilince kalkıyorlar, otur denilince susuyorlar. İşte bu, tam anlamıyla bir “ön alma stratejisi”dir; kitlelerin öfkesini kontrollü biçimde boşaltarak psikolojik harp içinde kullanılabilecek bir yatıştırma taktiği. Oysa gerçek direniş böyle senkronize ve kontrollü gösterilerle değil; liderlerin attığı milyar dolarlık imzaların, kapalı kapılar ardında yapılan anlaşmaların sorgulanmasıyla mümkündür. Filistin’in kaderi slogan meydanlarında değil, petrol anlaşmalarında, sınır kapılarında, limanlarda yazılıyor. Biz ise hâlâ elimizdeki Coca-Cola şişesine öfkelenerek kendi vicdanımızı avutuyoruz…
Gürkan Karaçam
#filistin #samimiyet #gerçekduruş

Yorum bırakın