Ben bu yazıyı herkesin değil, kendine dürüst olma cesaretini gösterenlerin anlayacağı şekilde yazdım. Sözlerimi süzgeçten geçirmedim, cilalayıp sunmadım, içime gömdüğüm cümleleri gün yüzüne çıkardım. Çünkü bu yazı bir isyanın değil, bir iç muhasebenin dışavurumudur. Ve evet; Bu yazıyı, önüme koyduğum şapkaya bakarak yazdım. Bilinsin isterim.
Bugün herkes bir şey söylüyor. Ama kimse kendi içine bakmıyor. Dil dolu, kalp boş…
Söz çok, samimiyet az…
Herkes bir sahnede, herkes başrolünde, herkes haklı…
Ama perde arkasında çürümüş bir akıl, paslanmış bir vicdan, şekil verilmiş bir ruh dolaşıyor.
“İnsan, kendini kandırma sanatını ustalıkla icra ediyorsa, hakikatin ona yapacağı hiçbir şey kalmaz ve kendini kandıranlar, kalabalıkları yönetebilir fakat hakikati asla.”
Kimi zaman düşündüm…
Kalemi bırakmayı, susmayı, yokmuş gibi yaşamayı…
Belki daha huzurlu, daha az yorgun olurum sandım. Ama sonra önüme koyduğum şapka, bana kendimi gösterdi. O şapkanın içinde ne unvan vardı, ne etiket…
Sadece ben vardım.
Ve o “ben”, sustuğu anda içinden eksilen o parça vardı. Kalemimin kırılışına değil, vicdanımın susturuluşuna ağlardım.
“Kalemini kıran, yalnızca kelimelerden değil, kendinden de vazgeçmiş olur.”
Günümüz insanı, suretine ayna tutmakla yetiniyor. Zihnine, vicdanına, kalbine dönüp bakan yok. Şapkasını önüne koyan çok az. Onu da süs eşyası gibi koyuyor, içine bakmıyor bile…
Ben baktım.
Ve gördüm.
O şapkada yılların suskunluğu, göz ardı edilmiş adalet, bastırılmış çığlıklar ve “belki bir gün” umudu vardı.
Ve anladım: Artık yazmak, bir seçim değil; bir zorunluluktu.
“Kelimeler bazen kılıçtan keskin olur ama bir aynadan daha berrak değilse, sadece yaralar açar, şifa vermez.”
Bugün insanlar kibrin koltuğunda oturuyor, tevazu ile poz veriyor. Kimi gözlerini kısarak konuşuyor, kimi sesiyle otorite kurmaya çalışıyor. Oysa kalbin sesi çıkmıyorsa, geriye sadece gösteri kalır. Ve ben biliyorum ki; Gösteri yapanlar, en çok perde kapanınca korkar. Çünkü orada hakikat bekliyordur.
“Kibir, sessiz bir çürümedir. Ne zaman ki etrafın alkışlarla dolar, işte oradan hakikatin cenazesi çoktan kalkmıştır.”
Biliyorum, bu sözler çoğunu rahatsız edecek. Biliyorum, duymak istemeyen kulaklar var. Ama ben yazıyorum, çünkü susarsam kendimi inkâr ederim. Ve ben kendime düşman olamam. Bu yüzden susmayacağım.
“İnsan, kalemini sadece yazmak için değil, aynaya dönüştürmek için de kullanmalıdır ve en ağır yüzleşme, kendini görmeye cesaret ettiğin andır.”
Kalemim, bir silah değil. Ama hakikati hedef almış yalanlara saplanan bir mızraktır.
Kalemim, bir enstrüman değil. Ama vicdanın notalarını çalan kırık bir kemandır.
Kalemim, bir kılıç değil. Ama aynadan çok daha net bir kelamdır.
Ve ben bugün o aynayı herkesin yüzüne tutuyorum: Bakın!
Bakın kendi gözlerinize…
Bakın kendi sustuklarınıza, ihmal ettiklerinize, görmezden geldiklerinize. Ve bakarken şunu fısıldayın kendinize:“Bu kalem bana dokunduysa, hâlâ geç kalmış sayılmam.”
Bu yazıyı ne alkış için yazdım,
Ne paylaşılsın diye…
Bu yazıyı sadece bir tek şeye hizmet edebilmek için yazdım: İnsanın kendisiyle yüzleşebilmesine. Altına da yalnızca şu cümleyi koymak istedim koca koca harflerle:
“BEN BU YAZIYI, BİR KÜRSÜDEN DEĞİL, BİR AYNANIN KARŞISINDAN YAZDIM.”
Ve duam; Hakikate hazır olanlar gelsin, hazır olmayanlar ise sustuklarında boğulsun.
Gürkan KARAÇAM
#ben #nefis #kibir #teslimolmuyoruz

Yorum bırakın