“Gençliğini yitiren millet, geleceğini kaybetmeye başlar.”
Bugün yüksek sesle konuşulmasa da sokakların, parkların, üniversitelerin, askeriyenin, fabrikaların sessizliğinde duyulabilen bir gerçek var: Türkiye yaşlanıyor. Hem de hızla.
Birleşmiş Milletler projeksiyonlarına göre Türkiye, 2075 yılına kadar “çok yaşlı toplumlar” kategorisine girecek. Ancak kriz 50 yıl sonrasının değil, bugünün meselesi. Nüfusun yaşlanması sadece demografik bir veri değil; kültürel, ekonomik ve stratejik bir kırılma noktasıdır.
Neden Yaşlanıyoruz?
1. Doğurganlık oranı düşüyor. TÜİK verilerine göre, Türkiye’nin toplam doğurganlık hızı 1.51’e geriledi. Bu rakam, nüfusun kendini yenileme eşiği olan 2.10’un oldukça altında.
2. Kentleşme, bireyselleşme ve kariyer odaklı yaşam tarzı, evlenme ve çocuk sahibi olmayı erteliyor, hatta vazgeçiriyor.
3. Ekonomik belirsizlikler, özellikle genç çiftlerin çocuk sahibi olma kararlarını doğrudan etkiliyor.
4. Kültürel yozlaşma ve sosyal medya dayatmaları, aile yapısını parçalarken, anne-baba olmak artık bir “yük” gibi sunuluyor.
“Sosyal medyada çocuk filtreleriyle oynayan toplum, gerçek çocuklardan uzaklaşır.”
Böyle Giderse Ne Olur? 50 Yıl Sonra Nasıl Bir Türkiye?
Eğer mevcut gidişat değişmezse, 2075 yılında Türkiye:
• Çalışan nüfusu azalmış, emekli nüfusu artmış bir yapıya sahip olacak.
• Ekonomik büyüme hızı düşecek, sosyal güvenlik sistemi çökecek.
• Askerî kapasite azalacak, savunma gücü zayıflayacak.
• Üretimden çok tüketen, yaşlılara hizmet veren bir toplum haline geleceğiz.
Bu tablo sadece ekonomik değil, ulusal güvenlik riski de taşır. Genç nüfus olmadan, orduyu, tarımı, sanayiyi, teknolojiyi sürdürebilmek mümkün değildir.
“Milletin enerjisi gençliğidir; yaşlılık bilgeliğiyle övünür ama hareket etmezse tarih olur.”
Ulusal Güvenlik Boyutu
1. Askerî personel kaynağının azalması: Profesyonel orduya geçilse bile, yeterli sayıda genç bulmak sorun haline gelecek.
2. Teknolojik üretimde duraksama: Genç beyin olmadan Ar-Ge ilerlemez.
3. Göç politikalarının değişmesi: Nüfus eksikliği, ülkeyi göçle nüfus dengeleme yoluna zorlayabilir. Bu da kültürel asimilasyon ve güvenlik zafiyeti doğurur.
Bu Süreç Nasıl Durdurulur?
• Aile kurumuna yeniden itibar kazandırılmalı. Evlenmek, çocuk sahibi olmak özendirilmeli; ekonomik teşvikler ve sosyal kampanyalar eş zamanlı yürütülmelidir.
• Kadınların iş-anne dengesi korunmalı. Kreş desteği, yarı zamanlı esnek çalışma modelleri hayata geçirilmeli.
• Medya ve sosyal medya içerikleri yeniden yapılandırılmalı. Aile, fedakârlık, çocuk sevgisi gibi değerler dijital kültürde yeniden yer bulmalı.
• Z kuşağı yalnız bırakılmamalı. Gençlere sadece “üret” değil, “yaşa, paylaş, çoğal” demeyi de bilmeliyiz.
“Toplumun geleceği; okulda öğrenilen formüllerde değil, çocuk odasında yankılanan kahkahalardadır.”
Sosyal Medya ve Medyanın Rolü
Medya, bugün anneliği “kariyerin önündeki engel”, babalığı “maddi yük”, çocuklu aileyi ise “çaresizlik” olarak sunuyor. Bu algı, zihinlerde yavaş ama ölümcül bir değişim yaratıyor. Instagram’da ‘gezgin yalnızlık’ modası, çocuk seslerini susturuyor. Sosyal medya algoritmaları, çocuğu olan kadını değil, bekar, özgür, sorunsuz hayat yaşayan kadını “trend” yapıyor. Babalar ‘rol model’ değil, ‘işin maliyet kalemi’ gibi gösteriliyor. Bu, sadece bireyi değil, milleti çürütür.
Son Söz Yerine
Yaşlanan bir Türkiye, geleceğini kiraya vermiş bir Türkiye olur. Bu sadece nüfusun değil, milletin ruhunun yaşlanmasıdır. Düşünen, sorgulayan, çalışan, üreten ve çocuk yetiştiren bir toplum olmadan ne büyük Türkiye’den söz edebiliriz, ne de güçlü yarından.
“Gelecek çocukla başlar, millet çocuğuna yatırım yapar; ya da başkasının çocuğuna muhtaç olur.”
Gürkan KARAÇAM
#türkiye #yaşlanıyor #çocuk #gelecektir

Yorum bırakın